top of page
  • Yazarın fotoğrafıÖykü

2020'de okuduğum en iyi kitaplardan biri neden Adsız Sansız Bir Jude?

Bu soruyu aslında "2020'de en sevdiğim karakterlerden biri neden Sue Bridehead?" olarak da sorabilirim.


Nurbahar ve beni tanıyan insanların bu sene fark ettiği üzere Adsız Sansız Bir Jude bizi çokça etkileyen, bitirdikten sonra bile diğer okuduklarımızla fazlaca karşılaştırdığımız, adından bol bol söz ettiğimiz bir kitap oldu. Bu kitap hakkında yayınlanmamış bir podcast kaydımız bulunuyor ve aylar önce iyice irdeleyemediğimiz, bol bol teknik sorunlarla karşılaştığımız bir de Bozkır Buluşması yapmıştık. Tüm bunları bir araya getirince sanırım benim hala kitap üstüne konuşmak istediğim şeyler var diye düşünmekteyim.


Başlıkta sorduğum soruya cevap vermeden önce bizi bu kitabı okumaya sürükleyen sebeplerden biraz bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz Mart ayında kitap fuarında İletişim Yayınları standında çalışırken ilk defa bu kitaptan bahsedildiğini duydum. Dönemi için fazlaca yenilikçi sayılabilecek, evliliğe dair ağza alınmayacak şeylerden bahsettiğini duyunca biraz ilgimi çekmişti. Ardından Terry Eagleton'ın Edebiyat Nasıl Okunur kitabında da bu esere dair merak uyandırıcı şeyler okuyunca kitabı okumak zorunda olduğumu anladım.


perekati-pole podcast'te konuşmak için Nurbahar'la okumaya karar verdik, bir taraftan da Bozkır Buluşmaları listemize ekledik ki herkes bizimle birlikte okusun. Adsız Sansız Bir Jude'u okurken bir yandan da Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç'ı okuyorduk ve gariptir ki iki eser arasında tesadüfen güçlü bağlantılar vardı. Bizim için birbirini besleyen okumalar oldu diyebiliriz.


Giriş kısmını upuzun tuttuktan sonra bu kitabın hep bizim için ne kadar önemli olduğundan bahsedip nedenlerini detaylandırmadığımızı fark ettiğimden bu yazıyı yazmak istedim. Bozkır üyelerinin birkaçıyla iyi kötü bu kitabı detaylıca konuşup tartışmışızdır; fakat iç çekmelerle dolu olan podcast'imizi yayınlamadığımız için bu kitaba dair söylemek istediklerim hep içimde kalacağından böyle bir yazı yazmanın beni bir nebze mutlu edeceğini düşündüm.


Başlıktaki sorunun cevabı esasında çok basit:


Hayata dair deneyimler yaşarken, büyürken ve neticesinde olgunlaşırken sürekli üzerine düşündüğüm sorunlar, toplumda ikinci cins olduğumu fark ettiğimden bu yana beni rahatsız eden olgular hakkında yazılmış bir eser olduğu için Adsız Sansız Bir Jude'u çok sevdim. Açıkçası bu kitabın birçok etkileyici tarafı olduğunu düşünüyorum. Yazıldığı dönemin kuvvetli bir eleştirisini yaparken, aradan geçen 100 küsür seneden beri hiçbir şeyin değişmediğini gösteren çarpıcı bir tarafı olduğunu görmek biraz huzursuz ediciydi.


Sara Ahmed, feminizmin "bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmekle" başladığından bahseder. Bu ifadeden yola çıkarak Hardy'nin Viktoryen İngiliz toplumundaki tüm normları Sue üzerinden parmakla göstermesi ve bana Viktoryen İngiliz toplumunun günümüz Türkiyesinden birazcık bile farklı olmadığını fark ettirmesi feminist algılarla aramda bir bağ kurulmasını sağladı. Sue’nun toplumda karşılaştığı zorluklar ve yarı-özgür kararları sonucunda lanetlendiğine kanaat getirmesi bana sıradan bir günümü anımsattı.


Kitabı daha önceden okumuş olsaydım belki de Eagleton’ın ilk eleştirisindeki gibi Jude’a acıyacak, onu kollayan sistemi içselleştirmiş olduğumdan Sue’ya demediğimi bırakmayacaktım. Sue’nun kalpsiz bir kadın olduğundan, Jude gibi duygulu ve hayalperest bir çocuğu hak etmediğinden, dengesiz davranarak çevresindekileri yıprattığından, onu seven erkekleri ölüme sürüklediğinden bahsedecektim belki. Fakat perspektifimi değiştirip de olayları Sue açısından değerlendirdiğimde Jude kitabın adının hakkını veriyor ve yalnızca kendi hikayesinde bir figüran olarak kalarak bize Sue’nun zorlu hayatını kendi penceresinden anlatıyor. En azından ben böyle düşünmek istiyorum. Jude, Sue’yu ne istediğini bilmemekle, korkaklıkla ya da delilikle suçlayarak bize bir kadın olarak eril toplumla çekişmelerimizi güçlü bir şekilde gösteriyor aslında. Sue bana, benim henüz bilinçlenemediğim, başkaldırmanın ayıplandığı dönemlerimi hatırlatıyor. Erkeklerin hep haklı sayıldığı, yaptıkları her şeyin “erkek adam” olmalarından ötürü yanına kaldığı dünya düzeninde yaşadığımızı ve bunu değiştirmemiz gerektiğini hatırlatıyor.


Bu yazıyı birkaç haftadır yazmaya çalışıyorum ve tam yeniden yazmaya oturacağım sıralarda da Türkçe edebiyat dünyasında taciz ifşaları ortaya çıktı. Bu yüzden buraya bir parantez açmak istiyorum. Hasan Ali Toptaş, Bozkır okurları olarak tanıştığımız, tanıştığımıza çok sevindiğimiz, onunla bir akşam geçirmekten çok keyif aldığımız bir yazardı ve hepimizde muhakkak hatırlamaya değer anılar bırakmıştı. Bu sebeple hakkındaki ifşaların bizi çok üzdüğünü söylemeliyim. Bir kısmımız kendisinin bize yansıttığı naif ve çocuksu karakterinden ötürü kandırılmış gibi hissederken bir kısmımız da dünyanın bu haline fazlaca alıştığı için pek şaşırmadı. Şaşırmayan da bendim, evet. Ama tacizi yapanın Hasan Ali Toptaş olmasından ötürü değil de tacizin erkekler arasında yaygın bir davranış biçimi olup da taciz olarak görülmemesinden ve erkeklerin tacizi sıradanlaştırması açısından şaşırmadım. Edebi kimliğinin bir parçası olarak bu tür davranışların yazarların kendine hak görmesine şaşırmadım. İnsanların hata yapabileceklerini, bu hatalarından pişman olabileceklerini ve özür dileyip hayatlarında yeni bir sayfa açabileceklerine yürekten inanıyorum fakat bu örnekte olduğu gibi olmasından yana değilim. Sonuç olarak bu parantezi çok uzatmak istemiyorum, bu taciz ifşalarının kadınlar olarak kolektif öfkemizi arttırdığını, beni de bu konuda yazmaya teşvik ettiğini söyleyip konuyu kapatıyorum.


Jude kendi hikayesinde ne kadar silik bir karakter olsa da erkeklerle iletişim kurmuş tüm kadınların yakından tanıdığı birisi. Önce bizi kendimizi sorgulamaya iten, mutsuzluğumuzu pekiştiren, yanlış bir şekilde var olan biri olduğumuza inandıran, hemen her gün her yerde karşımıza çıkabilecek bir adam. Sizi överken metalaştıran, yererken vahşi kadınlığınızı harcayan, göründüğünüz gibi güzel bir kadın olmaya zorlayan bir zorba. Pozitif cinsiyetçiliğin (benevolent sexism) vücut bulmuş hali. Sue ise tüm bu ifadeleri ve yargıları toplumsal olarak kabullenmek zorunda kalan ve normları ihlal edeceği için özgürce hareket etmekten korkan bir kadına dönüşüyor Jude’un hayatındaki varlığı sebebiyle.


Hardy, Sue’yu kocası Phillotson odasına girdiği zaman korkusundan atlayacak kadar aseksüel bir kadın olarak resmetmiş. Sue ayrıca evliliği genç bir kadın olarak daha özgür olabileceğini düşündüğü için kabul etmiş biri. Tüm bunların üzerine Jude’la kurduğu karmaşık ilişki de eklenince sürekli toplumun ahlak standartlarına uymadığı için kendini duygusal olarak yıprattığı süreçleri izliyoruz. Bunları yazarken bile Sue’ya dönüşüyorum ve iç çekmelerim başlıyor. Çok kişisel bir detay ama hayatımda hep Jude gibi erkekler olduğu için onları mutlu edemediğim için kendimi üzdüm. Olduğum kadından daha iyi bir kadın olmaya çalışarak kendimi tükettiğim zamanlar oldu. Sıcakkanlı olmadığımdan, insanlarla hemen kaynaşamadığımdan ve karşımdaki insanla arama her zaman mesafe koyduğumdan karşı tarafa yeterince sevilmediğini hissettirdiğim için kendimi suçladım. Hep değişmeye çalıştım, hep başaramadım ve hep başa döndüm. Kendi sıradışı varlığımı kabullenmem için 28 sene geçmesi gerekti ve bu durumda da hala çok tedirginim. Toplum dışına atılmaktan korktuğum, marjinalleştirilmek istemediğim için her yaptığımı, her söylediğimi hala törpülüyorum ve hala nedenlerini açıklamaya çalışıyorum. Kendim olduğum için başkalarını gücendirmekten çok sıkıldım. Tüm bunların yaşamımın bir parçası olduğunu düşününce Sue Bridehead’i anlamamak elimde değil…


Kadınların dengesiz diye nitelenen davranışlarının ardında yatan her şey için toplumu suçluyorum. Olduğumuz kişi olmamıza izin vermediği için toplumu suçluyorum. Yanlışlara işaret ettiğimizde ve sesimizi çıkardığımızda toplumsal aforozla karşı karşıya gelme risklerimiz yüzünden toplumu suçluyorum. Bütün bunların bana rahatsızlık verdiğinin farkına vardığım için de bu kitabı ve kız kardeşlerimi suçluyorum. Bazen umudumu kaybettiğim zamanlar oluyor ama bu uğruna mücadele edilecek türde bir rahatsızlık ve hayatıma bir yerinden girdiği için çok mutluyum.


Bütünleşen Okumalar

  • Clarissa P. Estes - Kurtlarla Koşan Kadınlar

  • Sara Ahmed - Feminist Bir Yaşam Sürmek

  • Terry Eagleton - Edebiyat Nasıl Okunur

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page